TÜRKİYE NEREYE?
GÜNDEMKıbrıs meselesinde en büyük güvencemiz Anavatan değil mi? Türkiye hapşırsa biz nezle oluruz. Öyleyse Türkiye’de ki gelişmeleri çok yakından takip etmek zorundayız. “Türkiye bizi ilgilendirmez” deme şansımız ve lüksümüz yok. Neticede Türkiye, âli menfaatleri uğruna biri 1878, diğeri de 1923 Lozan anlaşmasında olmak üzere iki kez Kıbrıs’ı gözden çıkarmak zorunda kalmıştı.
Öyleyse gelin, Türkiye’de ki gelişmeleri bir de buradan irdeleyelim.
Anavatan Türkiye, çözüm sürecinin sonlanmasından sonra Güneydoğuda ciddi bir temizlik operasyonu başlattı.
Bu operasyonlarda her gün onlarca PKK’lı öldürülürken, şehit sayısı da hızla artıyor.
“PKK’nın ortadan kaldırılması Türkiye’nin bölünme sürecini durduracak mı?” derseniz, o konuda son derece karamsar olduğumu söylemek durumundayım.
Türkiye, silahlı terör ile bölünmez elbette. Bölünme kadife ayrılık şeklinde Türkiye’nin kapısını çalacaktır.
Uzun süreden beri at izi ile it izinin birbirine karıştığı Anavatanımızda, kimin kime hizmet ettiğini anlamak mümkün değil.
Mesela, siz MHP’yi Türkiye’nin bölünmesinin önündeki en büyük engel olarak görürsünüz değil mi?
Peki, öyleyse kendinize bir kahve söyleyerek dinleyin.
Buzdolabına konulan “Çözüm süreci”, PKK Terörü bitirildikten sonra tekrar gündeme sokulacak. Çıkartıldığında da bölünme startı da verilmiş olacak.
Çünkü bu bölünmenin hukuki altyapısı kanun olarak 15 yıl önce TBMM’de geçti.
Hem de kimin eli ile dersiniz DSP ANAP VE MHP eli ile.
Yanlış duymadınız. Bölünme sürecinin mimarlarından biri de MHP.
Anlatmama müsaade buyurun.
Her şey AB Türkiye Komiseri Günter Verheugen’in 17 temmuz 2000 yılında Ankara’da 57. Koalisyon Hükümetinin ortakları olan Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli ile yaptığı gizli görüşme ile başladı.
Verheugen’in ajandasında iki başlık vardı; Biri malum olduğu üzere Kıbrıs. Diğeri ise Türkiye’nin yıllardan beri imzalamayı ret ettiği “BM Bireysel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi”.
Kıbrıs konusunda Annan Planı ve Türkiye’nin o plana verdiği destek biliniyor.
Televizyonlarda Evlilik Programları ya da yarışma programları ile oyalanan Türkiye kamuoyu, Türkiye’de olup bitenle ilgilenmediği gibi, BM Bireysel Haklar Sözleşmesi’nin içeriği ile hiç ilgilenmedi.
AB, Türkiye’nin 17 yıl boyunca tıpkı İspanya ve Fransa gibi “Bölünmeye yol açar” korkusu ile imzalamadığı bu sözleşmeyi MHP’nin Koalisyon ortağı olduğu Hükümete imzalatmak için muazzam baskı yapıyordu. Amaç, ardından gelecek olan Hükümetin uygulayacağı “Çözüm Süreci” ne zemin hazırlatmaktı.
15 Ağustos 2000 tarihinde Türkiye’nin BM Temsilcisi Volkan Vural, Türkiye adına bu sözleşmeye imza atarken “Hayatının en mutlu gününü yaşadığını” sevinçle haykırıyordu.
O tarihteki PKK’nın yayın organları da aynı sevinçle manşet atıyor ve “TC’ye diz çöktürdük. Bağımsız Kürdistan’ın önü açıldı” diyorlardı.
Bu sözleşmeye imza atmak, Vatana ihanet ile eşanlamlıydı.
Çünkü bu anlaşmanın 1. Maddesi; “Bütün Halklar, kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptirler. Bu hak vasıtası ile Halklar, kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir”
2 Madde ise; “Bütün Halklar, doğal kaynaklarını ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir”
Nitekim, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir 19 Aralık 2004 tarihinde verdiği demeçte; “15 Ağustos BM Belgesine göre Doğu Anadolu’da ki barajlar Kürt Halkının malıdır. Elektriği TC’ye biz fatura etmeliyiz” diyecekti.
Ne var ki, 15 Ağustos 2000 sözleşmesinin yasallaşması için gereken kanunun TBMM’den geçmesi gerekiyordu.
İlgili komisyonun başkanı rahmetli Kamuran İnan’dı. İnan, bu yasa’nın asla TBMM’den geçmemesi gerektiğini söyleyerek Komisyon üyelerini ikna etmişti.
Bu arada İçel Milletvekili Rahmetli Ali Güngör, Mecliste MHP Genel Başkanı devlet Bahçeli’yi ziyaret ederek bu yasanın Meclisten geçmemesi gerektiğini söylemiş ve ; “Siyasi sorumluluğunu taşıdığınız bu imza Türkiye Cumhuriyetini bölünmeye götürür. O zaman MHP’liler de Ülkücüler de bizi affetmez” demişti.
Devlet bey’in cevabı yürekleri sızlatacak cinstendi; “Unuturlar Ali Ağa. Unuturlar”
Ecevit’in, Yılmaz’ın ve Bahçeli’nin bütün baskılarına rağmen bu kanun, komisyondan bir türlü geçmedi.
Ülkücü hareketin önemli isimlerinden Alper Aksoy’un yazdığına göre MHP Genel Başkanı Bahçeli, Komisyonun MHP’li üyesi Antalya Milletvekili Nesrin Ünal’ı makamına çağırdı ve sertçe çıkıştı. Nesrin Ünal “Ama efendim. Komisyon Başkanı Kamuran bey bu yasanın vatanı bölünmeye götüreceğini söylüyor” diyerek kendini savunmaya çalıştı.
Daha sonra cezalandırılıp Milletvekili adayı bile yapılmayacak olan Nesrin Ünal’a bağıran Devlet Bahçeli; “Komisyon üyeleri Kamuran bey’in Vekili değildir. Siz MHP Milletvekilisiniz. Bu yasayı derhal geçirin”
Bütün baskılara direnen, kendisi de bir Kürt olan Kamuran İnan, bu yasayı Komisyondan geçirtmedi.
Buna rağmen bu yasaları da içeren Ulusal Program, 21 Mart 2001 tarihinde Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli imzası ile AB’ye gönderildi.
Ardından bu yasalar 4 Haziran 2003 tarihinde AK Parti tarafından Mecliste kabul edildi.
O günlerden bir tek Devlet Bahçeli politikaya devam ediyor ve MHP’nin başında.
Siz hala Devlet Bahçeli’nin, sırf ülke çıkarları uğruna mı her sıkıştığında AK Partinin yardımına koştuğunu sanıyorsunuz?
Veya Sayın Bahçeli’nin, 7 Haziran seçimlerinde her türlü koalisyon ihtimalini elinin tersi ile iterek AK Partiyi ipten almasını ve 1 Kasım seçimlerinde AK Partiye tek başına yeniden iktidar olmasını tesadüfle mi karşılıyorsunuz?
Demem o ki, Türkiye’de at izi ile it izi birbirine karışmış durumda. Dolayısı ile Kıbrıs Türkleri uyanık olmak zorunda. Uyanık olmak ve gerektiğinde de Anadolu Türklüğünü uyandırmak, bunun içinde öncelikle kendi mukadderatına sahip çıkmak mecburiyetindedir.
Bence Kıbrıs Türkü bunu yapabilir.
İlginizi Çekebilir